Ipek
New member
Doktor Kaç Puan İstiyor?: Toplumsal Cinsiyet, Irk ve Sınıfın Görünmeyen Ağı
Bir sağlık fakültesi hayal edin. Koridorlarında beyaz önlükler, ağır kitaplar, sabahın köründe başlayan pratikler... Ve bu dünyanın dışında, o kapıdan içeri girebilmek için “kaç puan istiyor?” diye soran binlerce genç. Bu soru yüzeyde sadece bir sınav puanını sorar gibi görünür; ancak derinlerde, toplumun cinsiyet, ırk ve sınıf temelli yapılarının izlerini taşır. “Doktor kaç puan istiyor?” aslında, “Kimin bu yolda ilerlemesine izin veriliyor, kimin önü görünmez duvarlarla kesiliyor?” sorusunun sadeleştirilmiş halidir.
Sınav Sisteminin Ardındaki Görünmez Eşitsizlikler
Türkiye’de ya da dünyanın birçok ülkesinde doktor olabilmek, sadece zekâ ya da çalışkanlıkla açıklanabilecek bir süreç değildir. Eğitim sosyolojisi üzerine yapılan araştırmalar, öğrencilerin başarılarının toplumsal sermaye, aile desteği, gelir düzeyi ve kültürel sermaye ile doğrudan ilişkili olduğunu gösterir (Bourdieu, 1986).
Örneğin, kırsal bölgelerde doğan bir kız çocuğu, hem toplumsal cinsiyet normları hem de ekonomik yetersizlikler nedeniyle tıp fakültesine girmek için kentli bir erkek öğrenciye kıyasla çok daha fazla engelle karşılaşır. Ailesinin “kız çocuğu uzak şehre gidemez” anlayışı, toplumun “kadın doktor olur ama evini de ihmal etmemeli” baskısıyla birleşir. Bu görünmez yük, “puan” sisteminin dışında kalan ama belirleyici olan bir toplumsal ağı örer.
Toplumsal Cinsiyetin Sessiz Ağırlığı
Kadınların tıp fakültelerine girişi ve orada ilerleyişi, hâlâ toplumsal cinsiyet rolleriyle mücadele içinde. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO, 2023) verilerine göre, sağlık çalışanlarının %70’ini kadınlar oluştursa da üst düzey pozisyonlarda bu oran %25’in altına düşüyor. Yani kadınlar sağlık sektörünün “emeğini” taşıyor ama “otoritesini” paylaşamıyor.
Kadın doktorların anlatılarında, sık sık “kadın olduğum için otoritem sorgulandı” veya “hastalar erkek doktor tercih etti” gibi cümlelere rastlanır. Bu sadece kişisel bir deneyim değil, patriyarkal sistemin kurumsal düzeyde yeniden üretimidir. Erkek meslektaşlar ise çoğu zaman bu yapının farkında değildir; çünkü onlara “nötr” bir konum atfedilmiştir. Ancak erkeklerin çözümde aktif rol oynaması, yalnızca farkındalıkla değil, yapısal dönüşümle mümkün olabilir: örneğin toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimlerinin tıp fakültelerinde zorunlu hale gelmesi, işe alım süreçlerinde cinsiyet temelli önyargıların sistematik olarak izlenmesi gibi adımlar bunun parçasıdır.
Sınıfın ve Irkın Görünmez Duvarları
Bir öğrencinin doktor olma yolculuğu, yalnızca kişisel bir başarı öyküsü değildir; aynı zamanda sınıfsal bir mücadeledir. Düşük gelirli ailelerin çocukları, kaliteli özel derslere erişememekte, tıp fakültelerinin bulunduğu büyük şehirlerde barınma ve geçim sıkıntıları yaşamaktadır. UNESCO verileri, sosyoekonomik statüyle akademik başarı arasındaki korelasyonun eğitimdeki en güçlü değişkenlerden biri olduğunu vurgular (UNESCO, 2021).
Irk faktörü de bu denklemde sessiz ama derin bir etkiye sahiptir. Türkiye özelinde etnik kimlikler —örneğin Kürt, Roman veya göçmen topluluklardan gelen gençler— sistematik ötekileştirmeyle karşılaşmaktadır. Üniversiteye giriş sürecinde bu ayrımcılık çoğu zaman “şaka” ya da “ön yargı” şeklinde görünür; ama sonuçta, kimlerin sağlık alanında temsil edildiğini belirler. Böylece “doktor kaç puan istiyor?” sorusu, aslında “hangi kimlikler bu alana kabul ediliyor?” sorusuna dönüşür.
Kadınların Empatik Gücü, Erkeklerin Dönüştürücü Rolü
Kadınlar çoğu zaman sağlık sektöründe empatiyi, sabrı ve iletişimi öne çıkaran bir yaklaşım sergiler. Ancak bu, onların doğuştan “daha duyarlı” olmasından değil, toplumsal rollerin onlara yüklediği sorumluluklardan kaynaklanır. Bu durum, hem bir avantaj hem de bir yüktür; çünkü duygusal emeğin sürekli talep edilmesi, kadın doktorları tükenmişliğe daha açık hale getirir.
Erkekler ise sistemin sağladığı ayrıcalıkları fark ettiklerinde, çözüm üretme konusunda önemli bir role sahip olabilirler. Bu, suçluluk duymak değil; sistemin herkese eşit işlememesinin farkında olmak anlamına gelir. Erkek doktor adayları, çalışma arkadaşlarının karşılaştığı mikroayrımcılıkları fark edip bunlara karşı durduklarında, dönüşüm başlar. “Bu ortamda kimin sesi daha az çıkıyor?” sorusunu sormak, eşitlik mücadelesinin başlangıcıdır.
Sosyal Yapıların Değişimi: Eğitim mi, Sistem mi?
Tıp eğitimi çoğu zaman bireysel başarının sembolü olarak görülür; ancak gerçekte, sistemik ayrıcalıkların sonucudur. Feminist sosyolog bell hooks’un belirttiği gibi, “Eğitim özgürleştirici olabilir, ama yalnızca adil bir zeminde.” Bu zemin oluşturulmadığında, doktor olma hakkı bir ayrıcalığa dönüşür.
Çözüm, sadece bireysel dayanışmada değil, sistematik politikalar üretmekte yatar. Devlet burslarının toplumsal cinsiyet ve sınıf eşitliği perspektifiyle yeniden düzenlenmesi, kırsal bölgelerdeki öğrenciler için ücretsiz konaklama ve rehberlik programlarının oluşturulması, eğitimde fırsat eşitliği açısından kritik adımlardır.
Tartışmaya Açık Sorular
- Bir mesleğe “girebilme” hakkı gerçekten herkese eşit mi, yoksa görünmez duvarlarla örülmüş mü?
- Kadın ve erkek doktorlar arasındaki deneyim farkı, bireysel mi yoksa yapısal mı?
- Sınıf ve ırk faktörleri, geleceğin doktorlarını nasıl şekillendiriyor?
- Eşitlik için bireysel farkındalık yeterli mi, yoksa sistemik reformlar mı gerekiyor?
Sonuç: Puanların Ötesine Bakmak
“Doktor kaç puan istiyor?” sorusu, sınav sisteminin ötesinde bir aynadır. O aynada, kimlerin görünür, kimlerin görünmez olduğunu; kimlerin şanslı, kimlerin dışarıda bırakıldığını görürüz. Gerçek eşitlik, herkesin aynı noktadan başlaması değil, herkesin aynı potansiyele ulaşabilmesi için adil bir sistemin inşa edilmesidir.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf; sadece bireysel hikâyeleri değil, tüm bir toplumun sağlık sistemini biçimlendirir. O yüzden asıl soru belki de şu olmalı: “Doktor kaç puan istiyor?” değil, “Toplum kime doktor olma hakkını veriyor?”
Bir sağlık fakültesi hayal edin. Koridorlarında beyaz önlükler, ağır kitaplar, sabahın köründe başlayan pratikler... Ve bu dünyanın dışında, o kapıdan içeri girebilmek için “kaç puan istiyor?” diye soran binlerce genç. Bu soru yüzeyde sadece bir sınav puanını sorar gibi görünür; ancak derinlerde, toplumun cinsiyet, ırk ve sınıf temelli yapılarının izlerini taşır. “Doktor kaç puan istiyor?” aslında, “Kimin bu yolda ilerlemesine izin veriliyor, kimin önü görünmez duvarlarla kesiliyor?” sorusunun sadeleştirilmiş halidir.
Sınav Sisteminin Ardındaki Görünmez Eşitsizlikler
Türkiye’de ya da dünyanın birçok ülkesinde doktor olabilmek, sadece zekâ ya da çalışkanlıkla açıklanabilecek bir süreç değildir. Eğitim sosyolojisi üzerine yapılan araştırmalar, öğrencilerin başarılarının toplumsal sermaye, aile desteği, gelir düzeyi ve kültürel sermaye ile doğrudan ilişkili olduğunu gösterir (Bourdieu, 1986).
Örneğin, kırsal bölgelerde doğan bir kız çocuğu, hem toplumsal cinsiyet normları hem de ekonomik yetersizlikler nedeniyle tıp fakültesine girmek için kentli bir erkek öğrenciye kıyasla çok daha fazla engelle karşılaşır. Ailesinin “kız çocuğu uzak şehre gidemez” anlayışı, toplumun “kadın doktor olur ama evini de ihmal etmemeli” baskısıyla birleşir. Bu görünmez yük, “puan” sisteminin dışında kalan ama belirleyici olan bir toplumsal ağı örer.
Toplumsal Cinsiyetin Sessiz Ağırlığı
Kadınların tıp fakültelerine girişi ve orada ilerleyişi, hâlâ toplumsal cinsiyet rolleriyle mücadele içinde. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO, 2023) verilerine göre, sağlık çalışanlarının %70’ini kadınlar oluştursa da üst düzey pozisyonlarda bu oran %25’in altına düşüyor. Yani kadınlar sağlık sektörünün “emeğini” taşıyor ama “otoritesini” paylaşamıyor.
Kadın doktorların anlatılarında, sık sık “kadın olduğum için otoritem sorgulandı” veya “hastalar erkek doktor tercih etti” gibi cümlelere rastlanır. Bu sadece kişisel bir deneyim değil, patriyarkal sistemin kurumsal düzeyde yeniden üretimidir. Erkek meslektaşlar ise çoğu zaman bu yapının farkında değildir; çünkü onlara “nötr” bir konum atfedilmiştir. Ancak erkeklerin çözümde aktif rol oynaması, yalnızca farkındalıkla değil, yapısal dönüşümle mümkün olabilir: örneğin toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimlerinin tıp fakültelerinde zorunlu hale gelmesi, işe alım süreçlerinde cinsiyet temelli önyargıların sistematik olarak izlenmesi gibi adımlar bunun parçasıdır.
Sınıfın ve Irkın Görünmez Duvarları
Bir öğrencinin doktor olma yolculuğu, yalnızca kişisel bir başarı öyküsü değildir; aynı zamanda sınıfsal bir mücadeledir. Düşük gelirli ailelerin çocukları, kaliteli özel derslere erişememekte, tıp fakültelerinin bulunduğu büyük şehirlerde barınma ve geçim sıkıntıları yaşamaktadır. UNESCO verileri, sosyoekonomik statüyle akademik başarı arasındaki korelasyonun eğitimdeki en güçlü değişkenlerden biri olduğunu vurgular (UNESCO, 2021).
Irk faktörü de bu denklemde sessiz ama derin bir etkiye sahiptir. Türkiye özelinde etnik kimlikler —örneğin Kürt, Roman veya göçmen topluluklardan gelen gençler— sistematik ötekileştirmeyle karşılaşmaktadır. Üniversiteye giriş sürecinde bu ayrımcılık çoğu zaman “şaka” ya da “ön yargı” şeklinde görünür; ama sonuçta, kimlerin sağlık alanında temsil edildiğini belirler. Böylece “doktor kaç puan istiyor?” sorusu, aslında “hangi kimlikler bu alana kabul ediliyor?” sorusuna dönüşür.
Kadınların Empatik Gücü, Erkeklerin Dönüştürücü Rolü
Kadınlar çoğu zaman sağlık sektöründe empatiyi, sabrı ve iletişimi öne çıkaran bir yaklaşım sergiler. Ancak bu, onların doğuştan “daha duyarlı” olmasından değil, toplumsal rollerin onlara yüklediği sorumluluklardan kaynaklanır. Bu durum, hem bir avantaj hem de bir yüktür; çünkü duygusal emeğin sürekli talep edilmesi, kadın doktorları tükenmişliğe daha açık hale getirir.
Erkekler ise sistemin sağladığı ayrıcalıkları fark ettiklerinde, çözüm üretme konusunda önemli bir role sahip olabilirler. Bu, suçluluk duymak değil; sistemin herkese eşit işlememesinin farkında olmak anlamına gelir. Erkek doktor adayları, çalışma arkadaşlarının karşılaştığı mikroayrımcılıkları fark edip bunlara karşı durduklarında, dönüşüm başlar. “Bu ortamda kimin sesi daha az çıkıyor?” sorusunu sormak, eşitlik mücadelesinin başlangıcıdır.
Sosyal Yapıların Değişimi: Eğitim mi, Sistem mi?
Tıp eğitimi çoğu zaman bireysel başarının sembolü olarak görülür; ancak gerçekte, sistemik ayrıcalıkların sonucudur. Feminist sosyolog bell hooks’un belirttiği gibi, “Eğitim özgürleştirici olabilir, ama yalnızca adil bir zeminde.” Bu zemin oluşturulmadığında, doktor olma hakkı bir ayrıcalığa dönüşür.
Çözüm, sadece bireysel dayanışmada değil, sistematik politikalar üretmekte yatar. Devlet burslarının toplumsal cinsiyet ve sınıf eşitliği perspektifiyle yeniden düzenlenmesi, kırsal bölgelerdeki öğrenciler için ücretsiz konaklama ve rehberlik programlarının oluşturulması, eğitimde fırsat eşitliği açısından kritik adımlardır.
Tartışmaya Açık Sorular
- Bir mesleğe “girebilme” hakkı gerçekten herkese eşit mi, yoksa görünmez duvarlarla örülmüş mü?
- Kadın ve erkek doktorlar arasındaki deneyim farkı, bireysel mi yoksa yapısal mı?
- Sınıf ve ırk faktörleri, geleceğin doktorlarını nasıl şekillendiriyor?
- Eşitlik için bireysel farkındalık yeterli mi, yoksa sistemik reformlar mı gerekiyor?
Sonuç: Puanların Ötesine Bakmak
“Doktor kaç puan istiyor?” sorusu, sınav sisteminin ötesinde bir aynadır. O aynada, kimlerin görünür, kimlerin görünmez olduğunu; kimlerin şanslı, kimlerin dışarıda bırakıldığını görürüz. Gerçek eşitlik, herkesin aynı noktadan başlaması değil, herkesin aynı potansiyele ulaşabilmesi için adil bir sistemin inşa edilmesidir.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf; sadece bireysel hikâyeleri değil, tüm bir toplumun sağlık sistemini biçimlendirir. O yüzden asıl soru belki de şu olmalı: “Doktor kaç puan istiyor?” değil, “Toplum kime doktor olma hakkını veriyor?”